27 Şubat 2015 Cuma

MİNİK (!) SABOTAJCILARIMIZLA TANIŞALIM

                                 
            Bir önceki yazımda bilinçaltımızdaki minik sabotajcılardan bahsetmiş ve bunlarla yüzleşip farkındalığımıza çıkarmazsak aşkı bulmamızın ve koruyabilmemizin biraz zor olacağına değinmiştim. Bu yazımda sizi bu minik sabotajcılarla tanıştırmak istiyorum ki farklarına çarçabuk varıp her daim tadı damağınızda aşklar yaşayın.

            1- Romantik Rüya (Mükemmel İnsanı Bulacağım): İsterseniz bunun adına prensimi/prensesimi bulmak diyelim isterseniz ruh eşimi bulmak sonuç aynı. Şu hayatta illa ki bir mükemmeli arama derdindeyiz. İyi de kime göre neye göre mükemmel? Kaldı ki mesele mükemmeli bulmak da değil, dengini bulmak aslında. Sürekli değişiyor ve gelişiyorken, her gün bir yanımızı keşfediyorken neye göre belirliyoruz mükemmeli? Bir düşünün bakalım on yıl önceki "mükemmel"inizle bugünkü aynı mı? (umarım değildir)

            Çocukluğumuzdan itibaren prenses/prens masallarıyla büyütüldüğümüz için büyüyünce de bir kahraman gelsin ve hayallerimizi gerçekleştirsin diye bekliyoruz. Bilinçaltında bunun çevirisi "onu bulduğumda tüm sorunlarım çözülecek, acılarım ve yalnızlığım bitecek" şeklinde olduğundan her yeni ilişkiye onu bulma beklentisi içinde başlıyor sonra karşımızdakini tanıdıkça, beklentilerimiz karşılanmadıkça çatışmalar ve hayal kırıklıkları yaşıyoruz. İçimizdeki sorunu halletmek yerine karşımızdakini suçluyoruz.

            Çözüm: Bay/Bayan mükemmeli aramaktan vazgeçin. Önce siz, "Nasıl biriyle mutlu olurum?" sorusunun cevabını bulun. Cevaplarınızı yanınıza alın ve bunları karşılayabileceğine inandığınız kişilerle birlikte olmaya özen gösterin. Listenizdeki bir iki madde gerçekleşmedi diye geri basıp gitmeyin. İlişkiler karşılıklı adımlarla dengelenir önce bu adımları atın ve karşı tarafın ne yaptığına bakın. Önemli olan birlikte şekillenebilmek. Pireyi deve yapmayın.

            2- Reddetme ve Sahte Kendine Güven (Tek Başıma Yapabilirim): Etrafınızda kendine yeten çok fazla insan görerek büyüdüyseniz, kendine yetemediği için acı çeken biriyle ya da kendi kendinize yeterek büyümek zorunda kaldıysanız oluşan bir kayıttır bu. İhtiyaç duymanın ne demek olduğunu ve duyulan bu ihtiyacın nasıl isteneceğini öğrenmek uzun yıllar alabilir. Bu durum bizim kırılganlıklarımızı tanıyıp, benimseyip, onarmamıza engel olur. Bilinçaltında ise çevirisi "terk edilme korkusudur". Olur da ilişki bitip baş başa kaldığımızda yaşayacağımız "Eyvah şimdi ne yapacağım? Nasıl yapacağım?" korkularını yaşamamak için korkumuzun üstünü örtme yöntemimizdir.

            Çözüm: Kadın ve erkek arasındaki yaradılış farklarını görmezden gelmeyin, bu farkların neler olduğunu öğrenin. Yaradılışınıza göre davranın. İhtiyaçlarınızı belirleyip bunları reddetmek yerine dile getirin. Aman ihtiyaç duymakla muhtaç olmayı birbirine karıştırmayın.

            3- Suçlama Bilinci (Bu Onun Suçu): Bu sabotajcı her durumda hep başkalarını suçlar. Bu bize kendi sorumluluklarımızdan kaçma fırsatı (!) verir. Daima karşı taraf suçludur. Oysaki bu yaşananlar (kişi veya durum) bize sadece kendimizi tanımamız için ayna tutar. Bu sabotajcıyı yenmek pek kolay değildir. Sahip olduğumuz yüksek egodan dolayı kimse kendindeki hatayla, yanlışlıklarla ve eksikliklerle yüzleşmekten hoşlanmaz. Sorumluluğu kabul etmek bize çok daha fazla acı vereceğinden başkalarını suçlamak kolayımıza gelir.

            Çözüm: Yaşadığımız her şeyin bizim sorumluluğumuzda olduğunu anlayıp kabul etmek gerekir. Bizim dışımızdaki şeylerin görevi bize sadece ayna tutmaktır. Suçlamayı bırakmak, sınırlar çizmeyeceğiz anlamına gelmez. Bu yüzden suçlamayı bırakıp sınırlar çizin.

            Yaralarımızla yüzleşmek acı verdiğinden öğrenme süreci çokta kolay geçmeyecektir. Fakat sistemde imkânsız yoktur. Biz dürüstçe kendi içimize yöneldikçe, samimiyetle yüzleştikçe farkındalığımız da artacak iyileşme süreci de hız kazanacaktır.


            Sevgi ve huzurla...

25 Şubat 2015 Çarşamba

AŞKA İZİN VERMEYEN GİZLİ SABOTAJCILAR


Neden onca umutla başlayan ilişkiler zamanla kâbusa dönüşür? Neden aşk çoğunlukla kuvvetli bir acıya dönüşür? Ve en önemlisi neden aşk hep aynı acıları yaşadığımız bir döngü haline gelir?

İstatistikler ne diyor hiç bilmiyorum fakat bence üzerine en çok konuştuğumuz konu aşk. Tuhaf olan aşksız yaşayamamamıza rağmen onu bulmak ve korumak için gösterilmeyen özen. Aslında bilinç olarak bakıldığında özensizlik ya da bencillik olarak görünen bu durumun bilinçaltında kayıtları çok farklı. Aşka sahip çıkamamamızın en büyük sebepleri, korkudan ve acıdan kaçmaya meylimiz. Sonuçta korku bilinçaltının en temel negatif duygusu, kaçmak ise onu en tehlikesiz biçimde çözme yolu. Çünkü bilinçaltı doğru olup olmadığına bakmasızın sadece bizi korumaya odaklı. Onun tek işi bizi yaşamda tutmak. 

Biz ne yazık ki "AŞK"ı bularak kendimizden (mutluluktan) kaçmak üzerine büyüyoruz. Bu bize derinlerimizde korunma hissi veriyor. Dış dünya da bu hissimizi kuvvetlendiriyor. Acıyı ve korkuyu fazlasıyla besliyor. Şarkıları düşünün, çok azı aşkın keyifli halinden bahseder ve bizi aşka davet eder. Oysa "Ben yandım, bittim. Terk edildim. Aşka tövbe ettim." gibi sözleri ve benzerlerini neredeyse her şarkıda dinleriz. Bunlara ek olarak en büyük yanılgılarımızdan biri de bizi çok mutlu kılacak yaşamımızı masala çevirecek birini bulma beklentimizdir. Aslında bu beklentide yine kendimizden kaçmak için geliştirdiğimiz bir yöntemdir. Tek gerçek şu; eğer kendimizle mutlu değilsek başaklarıyla da olamayız. Yaşamdaki her şey bizim karşı tarafa yüklediğimiz anlamlardan oluşur. 

Korkumuzla yüzleşip onunla meselemizi çözmeden aşkı bulup keyfini sürmemiz de mümkün değildir. Peki, bu derinliklerimizde duyduğumuz korkular neler? Sevgili bilinçaltımız bizi aslında neden korumaya çalışıyor? Dr. Thomas Trobe derinliklerimizde duyduğumuz korkuların sebebini üçe ayırmış:

1- Korku ve acımızı silecek birini bulacağımıza dair inancımıza yapışıp kalıyoruz. Bu çoğunlukla tek başına kalma korkusundan oluyor.

2- Kendimizi, kendi kendimize yeteceğimiz konusunda kandırıyoruz, tek başına her şeyi başaracağımızı sanıyoruz. 

3- Acı ve korku baş gösterdiğinde bunu kendi dışımızda birinin veya bir şeyin suçu olduğuna inanıyoruz. 

Kabul ediyorum baş etmesi kolay kayıtlar değil fakat değiştirmesi mümkün. Bilinçaltımızda bu korkular katman katman. Üstteki temizlendikçe görüyoruz ki alttan bir yenisi çıkıyor çünkü anılar, duygular, yaşananlar çeşit çeşit ve biz ne kadarını kayıt olarak aldıysak o kadar çok katmanımız oluyor. Biriyle yakınlaştığımız anda biz fark etmeden bu kayıtlar ortaya çıkıyor. Bunları saklandıkları yerden çıkarıp fark etmezsek aşkı bulmamızı daha çook sabote edecekler.

Bir sonraki yazımda bu konuya devam edeceğim.


Sevgi ve huzurla...

23 Şubat 2015 Pazartesi

KISA KISA 1




 "Dar kapıdan girin: çünkü mahvoluşa götüren yol ve kapı geniş olduğu için oradan giden çoktur:

            Hayata götüren yol ve kapı dar olduğu için onu bulan az olur.”

            Dar yoldan girmek, bir yasa ve düzen evreninde yaşadığımızı idrak etmektir. “Düzen, cennetin ilk kuralıdır.” Denmiş. Hayatımızı düzene sokmak için düşüncelerimize hâkim olmak zorundayız. Bu her zaman kolay olmaz. Birincisi, gerçekleşmesini gerçekten istediğimiz düşünceleri seçmemiz gerekir. İkincisi, düşüncelerimizi başkalarının etkileme tehlikesine karşı korumamız gerekir. Üçüncüsü ise yeni fikirlerimizle çatışan eski kalıplardan kurtulmamız gerekir. İşte ancak o zaman kendini-yönetmeyi öğrenebiliriz.

Jack Ensing Addington / %100 Düşünce Gücü


19 Şubat 2015 Perşembe

KISA KISA 5

"Bir toz zerresinde yaşayan ufacık canlılar olan bizler, Samanyolu'nun yıldızları arasına uzay mekikleri yollamayı nasıl başardık? Sadece birkaç yüzyıl önce, yani kozmik zamana göre yalnızca bir saniye önce, nerede ve hangi zamanda olduğumuza dair hiçbir şey bilmiyorduk. Kozmosun geri kalanından bihaberdik. Bir tür hapishanede, bir ceviz kabuğuyla sınırlanmış ufacık bir evrende yaşıyorduk. Bu hapishaneden nasıl kurtulduk? Bu başarı, beş basit kuralın izinden giden kuşaklar dolusu araştırmacının eseridir:

1-      Otoriteyi sorgula: Hiçbir fikir, birisi doğru olduğunu söylüyor diye doğru değildir; ben de dâhil.
2-      Kendin düşün kendini sorgula: Hiçbir şeye, sırf inanmak istediğin için inanma. Bir şeye inanmak, onu gerçek yapmaz.
3-      Fikirleri, gözlem ve deneylerden elde edilen kanıtlarla test et: Çok beğendiğiniz bir fikir, iyi kurgulanmış bir testi geçemiyorsa yanlıştır.
4-      Yola devam et: Kanıtlar sizi nereye götürüyorsa oraya gidin. Elinizde hiç kanıt yoksa, peşin yargıda bulunmayın.
5-      Belki en önemli kural da şudur: unutmayın; yanılıyor olabilirsiniz!"


Neil deGrasse Tyson

18 Şubat 2015 Çarşamba

BEN ANLAMAM 14 ŞUBATTAN


       Bazen en duvar olduğumuz kişi en sevdiğimiz olur. Bu neyin korkusudur? Sen de sevdiğine sevdiğini söyleyemeyenlerden misin? Oysa onun tek istediği senin tarafından sevildiğini görmek. Bunu anlatmanın parayla, imkânla, zamanla alakası yok. Bunu kendine saklayarak hayatı nasıl ıskaladığını, neler kaçırdığını bir bilsen garanti veririm aynı akılla yeniden doğmayı istersin. Senin için yapılan yemeğin, senin için kazanılan paranın aynı güne birlikte başlamanın kıymetini bilmiyorsan kalbinin; sevdiklerinin sana en çok ihtiyaç duyduğunda sarılamıyorsan o kollarının manen ne anlamı var ki? Çocuğunun ellerini tutup gözlerinin içine bakarak sevdiğini söyleyemiyorsan, sana ihtiyacı varken seni yanında bulamıyorsa neye yarar özel okullar, her istediğini almaların, kariyerin? Yaşam albümünde birlikte güldüklerinle azsa fotoğrafların haberin olsun boşa geçiyor hayatın.

Sevenlerin sevdiklerinden tek beklediği onlara özel olduklarını hissettirecek şeyler. Bunu hissetmediklerinde sevgisini yitirmeye, güvenini ve yaşama sevincini de kaybetmeye başlıyor.

En son ne zaman şöyle ağzın koca koca, yüreğin dolu dolu “Seni seviyorum. İyi ki varsın.” dedin?

(Sevgiline her zaman söylüyor musun? Tamam, o zaman başkasına demene gerek yok (!))

Sevdiğine, annene, babana, dostuna, kuzenine en son ne zaman “Seni seviyorum. İyi ki varsın.” dedin? Onlara en son ne zaman sarıldın? Aslında bunu yapabilsen ve arkana atabilsen tüm korkunu, zırhını, kızgınlığını gör bak güzelliklerle sana nasıl geri dönecek. Neden bunun için ille bir güne ihtiyacın var? Erteleme artık! Ya erteleyecek tek bir günün bile yoksa?  Ya o beklediğin anı yaşayacak zamanın hiç olmayacaksa? Sana da iyi gelecek sevdiğini söylemek, göstermek. Sadece bu iki kelime seni düştüğünde kaldıracak el, ağladığında başını koyduğun omuz, yalnız ve çaresiz hissettiğin an da senin kalkanın olacak. Hiç de kolay değil ağlayacak bir omuz bulmak. Sen bulduğunda kaybetme. İnan sonra çok geç oluyor, armudun sapı üzümün çöpü derken ömür bitiyor.

Ya sevildiğinin kanıtını ille belirlenmiş günde görmek isteyenlere ne demeli. Niye ille özel bir gün? Seni diğer günler kutlayıp o gün kutlamadıysa neden surat asıyorsun? Seni ne diğer günler ne de o gün kutlamıyorsa neden hala onun yanında duruyorsun? Seni diğer günler kutlamayıp sırf o gün kutluyorsa neden bunu sorgulamıyorsun?

Aşk bu aşk (ya da sevgi)! Öpmek istediğin zaman öpemiyorsan, kalkanlarını indirmekten çekiniyorsan, istediğin an sarılmamak için kendini tutuyorsan, bir kutlama için ille özel günü bekliyorsan/bekliyorsa durup biraz düşünmelisin.

Ben anlamam öyle Sevgililer Gününden. Kabul de edemem. Sevgi o kadar değerli ki bunu sahte kutlamalarla kirletemem. Gösteriş yapmak için belki de hiç gelmeyecek olan yapay bir günü bekleyemem. Sevdiğimi söylemek, hediyemi vermek, onun hayatıma kattıkları için teşekkür etmek için ille 14 Şubatı beklemem. En güzel hediye değil mi sevgiyle yanımda olması? Ve zaten o “yanımda olmanın” içinde; güzel sözler, hediyeler, jestler, romantizm, ihtiyaç duyduğumda tuttuğum el, başımı yasladığımdaki omuz, bana bakınca içi gülen gözler.

Sen de bekleme. “Yanında”ysa hemen şimdi seninle bu yolda sevgiyle yürüdüğü için sarıl ona, teşekkür et ve sevdiğini söyle. İnan bana hayat çok kısa.


Sevgi ve huzurla…

10 Şubat 2015 Salı



Öyle bir hayat yaşadım ki
Cenneti de gördüm cehennemi de 
Öyle bir aşk yaşadım ki 
Tutkuyu da gördüm pes etmeyi de 
Bazıları seyrederken hayatı en önden 

Kendime bir sahne buldum oynadım 

Öyle bir rol vermişler ki 
Okudum okudum anlamadım 
Kendi kendime konuştum bazen evimde 
Hem kızdım hem güldüm halime 
Sonra dedim ki "söz ver kendine" 
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin 
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin 
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin 
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin 
Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım 
Öyle çok değerliymiş ki zaman 
Hep acele etmem bundan, 
Anladım.



Friedrich Nietzsche

KENDİNİ HİPNOTİZE ET

"Kendimizi neyle ve nasıl tanımlarsak öyle olmaya meylederiz." Ernes Holmes

Bilinçaltımız bir kayıt cihazına benzer. Olumlu ya da olumsuz diye ayırmaksızın ağzımızdan çıkan her sözü her düşünceyi kayıt altına alır. Bu kayıtlar önce geçici hafızamızda toplanır. Geçici hafızada toplanan kayıtlar burada duygu ile birleşir ve kalıcı hafızamıza aktarılır. Bilinçaltına emir veren bilinçtir. Hiç durmadan emir yağdırır. Bilinçaltı bunun olumlu veya olumsuz olduğuna bakmadan sadece bu emirleri gerçekleştirmek üzerine programlanmıştır. Döngü şöyledir: Bilinçli düşündüğünüz, söylediğiniz her şey bilinçaltınıza kayıt olarak yerleşir. Bilinçaltınızdaki kayıtlarda eylemlerinizi oluşturur. Bilinçsiz olarak söylediğinizi sandığınız şeyleri aslında çoktan kayıt altına alındığınız için söylersiniz. 

Bilinçaltınıza sadece siz emir verirsiniz. Yani insan aslında kendi kendini hipnotize eder. Bazen başkaları sizin adınıza emir vermiş gibi gözükse de bu durum sadece o emirleri siz kabul ettiğiniz için bilinçaltınız tarafından kayıt olarak alınır. Dışarıda asla bir sorumlu yoktur. Yaşamınızın tek sorumlusu sizsiniz. Olumsuz olanları seçip acı, huzursuz kayıtlar oluşturmayı da; olumlu olanı seçip keyifli, neşeli, huzurlu kayıtlar oluşturmayı da seçecek olan sadece sizsiniz.

Yeri gelmişsen bir anlam karmaşasına da açıklık getirmek istiyorum. Son zamanlarda sıklıkla duymaya başladığımız "afirmasyon" kelimesi. Afirmasyon sanılanın aksine "olumlama" demek değildir.  Afirmasyon; pozitif veya negatif düşüncelerin sürekli tekrar edilmesi yani doğrulama anlamına gelir. Olumlama ise; kelimenin kendinden de net anlaşıldığı gibi olumlu şeyler söylemektir. Tek ortak noktaları, afirmasyon da pozitif veya negatif ayrımı yapmadan, olumlama da ise sadece pozitif anlam kullanılarak "bilinçaltı kayıtlarımızı oluşturma"sıdır.

Olumsuz kayıtlarınızı olumlularla değiştirmek için:

- Net olarak kaydınızı ya da isteğinizi belirleyin.

- Size en uygun sadece olumlu kelimelerden oluşan olumlamanızı belirleyin. 

- Olumlamalarınızı yazarak mı yoksa söyleyerek mi yapmak size daha kolay gelir? Bunu belirleyin.

- Olumlamayı aralıksız en az 21 gün yapın. 21 günde yeni hücre oluşur, 40 günde bunu sağlamlaştırırsınız. Benim tavsiyem, hayatınızda değişimleri görene kadar olumlamaya devam ediniz. 

- Olumlamaları her gün düzenli yapmanız şartıyla istediğiniz kadar tekrar edebilirsiniz. Ben sayısız yapamam diyenler için 7, 21, 40 sayılarında tılsım vardır. 

- Bilinçaltınız, kaydınızın değişmeye başladıkça size oyunlar oynar.  Çünkü eski kayıtla kendini güvende hisseder. Hele bir de yeniliklere açık değilseniz bu süreç sizi biraz zorlayabilir. O gün olumlama yapmayı unutabilirsiniz mesela ya da bu size çok sıkıcı gelebilir. İşte bu noktada istikrarlı olmak çok önemlidir. Bu oyunlara gelmezseniz zafer sizindir.

- İstediğiniz kadar kayıt ve olumlamasını seçebilirsiniz. Önemli olan kendinize çok yüklenmeden üstesinden gelebileceğiniz kadarını seçmektir.

Size bir kaç olumla:

- Sevmeyi ve sevilmeyi hak ediyorum (aşk ve ilişkiler için).
- Para bana kolaylıkla ve bereketi ile geliyor (para için).

- Sağlıklı, enerjik ve yaşam doluyum (sağlık ve yorgunluk için).

- Benim başıma hep güzel şeyler gelir (talihsiz olduğunu düşünenler için).

Bir şeyi durmadan tekrar ederseniz onu bilinçaltınıza sabitlersiniz. Ve düşüncelerinizi yalnızca siz seçersiniz. Bu düşüncelerle de hayatınız şekillenir. Mademki düşündüğümüz her şey gerçeğe dönüşüyor o zaman sadece gerçekleşmesini istediğimiz şeyleri düşünmek çok akıllıca olur.

Sevgi ve huzurla...


3 Şubat 2015 Salı

ZAMANLA GEÇER


Size iyi bir haberim var, kötü olan her şey değişir. Size bir de kötü haberim var, iyi olan şeyler de değişir.

Yaşam aynı doğanın değişimi gibidir. Nasıl ki doğada kısa süreli (gece - gündüz) ve uzun süreli (mevsim) değişimler varsa insan ömründe de kışlar bahara, yazlar sonbahara bırakır zamanla yerini. Güzellikler yeni, kolay olmayan sınavlara müsaade ederken, gün döner ve zorluklar yerini bırakıverir kolay ve güzel günlere. Yükselen her şey düşer ve düşen her şey bir yolunu bulup yeniden yükselir. Sistemin düzeni budur. Sistemin işleyişini değiştiremeyiz fakat bu döngüyü sevgiyle kabul ederek baharları uzatmayı kışları ise daha kolay geçirmeyi başarabiliriz. Bu gerçeği bilmek bize zorlu zamanlarda teselli olurken, iyi günlerimizde de şükretmek için bir fırsat doğurur.

Dan Millman "Her döngünün süresi, bizim değil Yaradan'ın zamanlamasına göre ilerler" der. Yani sistemin bu döngüsünün ayın halleri gibi gün be gün değiştiğini bilsek de, astrologlar bizi yükselen enerjiler ve yaşam haritamız konusunda aydınlatsalar da (ki bu çok işimize yarar) yine de kimse hayatının dönüm noktalarını kontrol edemez çünkü bu ruh seçimimizle bağlantılıdır. Fakat bu dönüm noktalarını daha kolay geçirmek bize bağlıdır. Her zaman hatırlanmalıdır ki Yaradan sistemini asla bir ceza alanı üzerine kurmamıştır. 

İnsana bazen kış hiç bitmeyecekmiş gibi görünür fakat bahar mutlaka gelir. Yaşam mevsimlerinin zorlukları olduğu kadar dersleri, güzel hediyeleri de vardır. Bize düşen her şeyin geçeceğini bilerek hiç bir şeyi sahiplenmemek ve elimize geçen tüm güzelliklerin tadını çıkarmaktır. Başarınızın, sevmenin ve sevilmenin tadını çıkarın, sevişin. Yediğiniz yemeğin, kokladığınız çiçeğin farkına varın. Dinlediğiniz müziğin notalarıyla dans edin. Konuşurken insanların yüzüne bakın ve gülümseyin. Tüm bolluk ve bereketiniz için bol bol şükredin. En önemlisi sevginin, emeğin değerini bilin, takdir edin. Zor günler içinde bulunduğunuzda da bunun mutlaka bir sebebi olduğunu ve sizi bahara götüreceğini bilerek usul ve sakince "kolaylıkla geçiyor" deyin. Aşağıdaki hikâyeyi okuyup parmağınıza sihirli sözcüğün yazlı olduğu hayali yüzüğü takın ve hiç çıkarmayın.

      Çok büyük bir krallığın yöneticisi melankoli hastalığına tutulmuş. Danışmanlarını çağırıp şöyle emir vermiş: "Bana sihirli bir yüzük yapın. Yüzüğün içine kazıyacağınız yazı, her zaman her yerde doğru olsun. Bu yüzük, içimdeki bu acıyı yok etsin ve bana büyük bir bilgelik getirsin." Sihir konusunda usta olan danışmanlar, ejderhaları çağırabilecek ve birçok gücü verebilecek yüzükler yapabilmektedir fakat hiçbiri kralının arzusunu karşılayabilecek güçte değildir. Yüzük tamamlanıncaya kadar en usta mücevherciler ve kuyumcular  büyük emek sarf eder. Fakat kralın isteğini yerine getirecek, her yerde ve her zaman doğru olan yazıyı bulamazlar. En sonunda, mevsimlerdir hizmet etmiş olan bir uşak, onlara aradıkları cevabı verir. Böylece büyük bir seremoniyle kralın danışmanları ve artık onların onur konuğu olan uşak, krala içinde şu sihirli cümle yazılı olan bu muhteşem yüzüğü verirler: "Zamanla geçer."

Sevgi ve huzurla...