30 Eylül 2015 Çarşamba

İÇ ORGANLARIMIZ VE RİTİMLERİ 1

Siz de duymuşsunuzdur gece 1:00-3:00 arası mutlaka uykuda olunması gerekir. Öğlen 13:00- 15:00 arası şöyle tatlı bir uyku basar insanı. Bazen saati fark etmez yemek sonrası bir ağırlık çöker insana. Bu durumların hepsi bedenimizin işleyişi ve ritimleri ile ilgilidir. Bize, en önemli ihtiyacımız olan “kendini dinlemek / izlemek” öğretilmediğinden hepimiz tek tip kuralların içine sokulmaya çalışıyoruz. Oysaki sadece beden işleyiş kodlarımız aynı. Gerisi tamamen sizin içinize aldığınız somut ve soyut hale gelmiş enerjilerle alakalı.

Ne demek istediğimi biraz daha açayım. Hepimizin bedensel işleyiş programı aynıdır. Yani tek tip çalışır. Kalp kanı pompalar, mide yediklerimizi işler, beyin komut verir. Siz bedeninize somut hale gelmiş bir enerji soktuğunuzda (domates, patates, havuç, içecek gibi) bunları işleme ve ayrıştırma şekli de aynıdır. Buradaki tek fark sizin kayıtlarınıza göre yediğiniz şeyi zararlı ya da yararlı hale getirmenizdir. Sarımsağın tansiyonunuzu yükselttiği ile ilgili bir kaydınız varsa yükseltir (isterseniz o yemeğin içinde sarımsak olduğunu bilmeyin ve yerken hiç hissetmeyin yine de tansiyonunuz çıkar. Çünkü bilinçaltı bilincin fark edemediği her şeyi fark eder). Kahve uyku kaçırır kaydınız varsa uykunuz kaçar. Bir de bedenimiz ve yediklerimiz / içtiklerimiz arasında enerjisel bir uyumsuzluk vardır. Isırgan kansere iyi gelen bitki ünvanını alacak kadar popüler olmasına rağmen bizzat tanık olduğum bir kişide zehirlenme sebebidir. İşin özü şudur. Bir şeyin sizin için yararlı olup olmamasını sağlayan zihninizdir. Kendilerini çok güçlü bir dönüşüm makinası olarak tanımlayabiliriz. Bu yüzden her yiyecek / içecek enerjisi bedeninizle uyum içinde olmayabilir (sizi hasta edebilir).

Önce kendinizi iyi gözlemleyin, bedeninizi dinleyin. Dinlemeyi öğrendiğinizde bedeninizin sesini duyacaksınız. Size kalıplaşmış kuralara uymadan neye, ne kadar ihtiyacı olduğunu ya da olmadığını söyleyecek.

Topraktan çıkanı gönül rahatlığı ile yiyin / için. Topraktan çıkanla beslenenlerden mümkün olduğunca uzak durun. Merak etmeyin topraktan çıkanla beslenenlerin, besin değeri olarak topraktan çıkanla bir karşılığı var. Bu ayrıntıyı atlamadığınızda unutkan da olmazsınız eklem veya kas ağrısı da çekmezsiniz. İkinci olarak bir şeyi yedikten / içtikten sonra sizde halsizlik, yorgunluk, ağırlık, şişkinlik yapıyorsa yediğiniz / içtiğiniz şeyin enerjisi ile bedeniniz uyumlu değildir. İsterse dünyanın en sağlıklı yiyeceği / içeceği olduğu iddia edilsin onu, siz kendi bedeninizden uzak tutun.

Eh bu kadar açıklamadan sonra birine iyi gelen bir şeyin diğerine iyi gelmeyebileceği anlaşılmıştır sanırım. Son olarak siz siz olun kimsenin yeme miktarı ve düzeni üzerinde otorite kurmaya kalmayın. Kimi 8 ve az öğünle dengesini kurar kimi tek ve çok öğünle. Tek doğru olmayan alternatifsiz tek tip beslenme şeklidir.

Bu yazım beslenme uzmanı köşe yazısı gibi oldu farkındayım. Elbette haddimi biliyorum o yüzden son satırlara not düşeyim. Yazdığım şeyleri tamamen yediklerimizin enerjisi ile beden enerjimiz arasındaki uyumu açısından değerlendirerek yazıyorum. Yazıyı okumayı bitirdiğinizde “Ayşen’in işi ile bu beslenme meselesinin ne alakası var?” diye düşünüp güzel kafacığınızı yormayın.

Bu yazı dizisinde kendinizi daha iyi hissetmeniz ve sağlıklı olmanıza yardımcı olacağını düşündüğüm iç organlarımızın ritimlerini yazacağım.


Sevgi ve huzurla kalın.

10 Eylül 2015 Perşembe

BENİM VEBALİM NE KADAR?

Yaşadığım güzel ülkede bunca acı varken ben bu hafta hiçbir şey yokmuş gibi yazılarıma kaldığım yerden nasıl devam edeyim? Aslında, içim bu kadar yanıyorken bundan sonra nasıl devam edeyim?

Evet, biliyorum ilk defa yaşanmıyor bu acılar ve ne yazık ki aydınlık sarmadıkça ruhlarımızı son da olmayacak. Yaşamda her zaman kaldığı yerden akacak. Fakat en çok bugün içim yanıyor. Belki büyüdüm ve gerçekleri gördüm. Belki büyüdüm ve bu oyunun bir parçası olduğumu gördüm. Belki büyüdüm ve yaptıklarım/sustuklarım ya da yapmadıklarım/susmadıklarım yüzünden olanları gördüm. Belki de büyüdüm ve hepsinde birden kendimi gördüm. Belki bu yüzden onca eve düşen ateşin hepsi benim kalbime düştü, ruhumu alev alev yaktı. Ne garipmiş insan ruhunun bir yandan bu kadar yanıp diğer yandan üşüyüp buz kesmesi.

Bazı arkadaşlarım şu an sistemi (yazılarımı takip edenler bilir, “sistem”den kast ettiğim evrenin görünen ve görünmeyen yasalarının işleyiş şeklidir) bu kadar sorgulamamı anlayamıyorlar. Ben ki sistem yasalarını, tekâmül sürecini bu kadar iyi biliyorken, olayları bu gözle değerlendiriyorken nasıl oluyor da sükûnetimi koruyamıyorum? Her zaman baktığım pencerem, bildiklerim nerede? Bunun tek cevabı benim de insan oluşum olabilir mi? Bu cevapla sıyrılabilir miyim işin içinden?

Anlaşılamayan; yaşanan haksızlığı, ikiyüzlülüğü, bencilliği içimde dönüştüremeyip yükselttiğim öfke enerjim sanırım. Anlatamadığımsa; dönüştüremediğim öfke enerjim değil beni darmaduman eden, bu güne kadar inandıklarım, inançlarım. Ben yaptıklarımızın da yapmadıklarımızın da karmamızı etkilediğine ve kelebek etkisine inanlardanım. Bu yüzden sık sık kendimi sorgularım.  Evet, ben acıları birebir yaşamıyorum fakat bu kadar yakınımda (uzakta olunca yok mu sayıyordum?) ve gittikçe büyüdüğüne göre benim hiç mi payım yok? Çünkü bu iş artık siyaseti çoktan geçti de insanlığın sınırlarına dayandı. Ve tüm bu olup bitende bilerek ya da bilmeyerek benim de payım varsa ve ben bunu hala anlamamışsam. Vah ki ne vah… O zaman yazık oldu onca enkarneye. 

Şimdi bir yandan tüm bunları düşünürken kalbim işi bırakmak, düşüncelerimse büyük sandıklara girmek isterken, işte tam da şimdi huzurum bavulunu toplayıp gidiveriyor. Ve yavaşça eğilip kulağıma Rahibe Teresa “Huzurumuz kalmadıysa, birbirimize ait olduğumuzu unuttuğumuzdandır.” diyor. Utanıyorum, gözlerim nemli soruyorum, “Sistem, benim vebalim ne kadar?

Sevgi, huzur ve barış içinde kalın.